Tahsin Yücel’in akademisyen,
çevirmen, yazar, eleştirmen ve teorisyen gibi pek çok kimliği aynı anda taşıyor
olması onun polimat ve donanımlı bir entelektüel olduğunu gösterir. Fransız dili
ve edebiyatı profesörü olmasının yanında pek çok edebi üretimin ve çevirinin
altında da imzası var Tahsin Yücel’in. Çok sayıda roman, öykü, deneme ve
inceleme yazmasına ek olarak Fransızcaya olan hâkimiyeti ona Türk yayıncılığına
çevirmen olarak da katkı verme imkânı tanır. Doktora tezini Balzac üzerine
yazması da onun dil ve edebiyat ile birleştiği yerdir.
Tahsin Yücel’in dil konusundaki
çabası öne çıkar. Dilin doğal akışı içinde ve dış etkilerden arındırılarak
kullanılmasını savunur. Bir mülakatında “Elbistan’da konuşulan dilin tadı hep
damağımdadır. Arı Türkçe, düzgün, canlı, benzetmeleriyle, kurgusuyla Türkçe çok
güzel bir dil.” der. Tahsin Yücel, “Kara Kitap Üzerine” başlığını taşıyan
yazısında Orhan Pamuk’un Kara Kitap romanını dil açısından inceler. Ayrıca
İstanbul Üniversitesinde yazdığı lisans bitirme tezi ile farkında olmadan
göstergebilimsel bir çalışma yapar. Bu tezi okuyan hocası Algirdas Julien
Greimas, bu çalışmanın göstergebilimsel bir çalışma olduğunu söyler.
Göstergebilimden ilk olarak bahseden Ferdinand de Sassuere olsa da
sistemleştiren Algirdas Julien Greimas’tır. Yalan romanında da Sassuere’in
dilbilim üzerine görüşleri sık sık okura aktarılır.
Edebiyat üretimine “Dert Çok
Hemdert Yok” isimli öykü kitabıyla Varlık’ta başlayan Tahsin Yücel’in bunun
dışında sekiz öyküsü, yedi romanı, dokuz denemesi, on bir inceleme eseri ve
onlarca çevirisi var. Nitekim Tahsin Yücel bir mülakatında “Kötü bir yazar da
olsam yazmayı ve yayınlamayı bunca yıldır bir yaşama biçimine dönüştürmüşüm.” der.
Yalan romanı ise 2002 yılında Can
Yayınları etiketiyle çıkar. 672 sayfalık bu romanın kapak tasarımını Ayşe Çelem yaparken romanı yayına hazırlayan ise Faruk Duman’dır.
Yalan romanında Tahsin Yücel, pek çok yazarın aksine bir ön söz yazmak yerine bir “ön öykü” yazar. Bu ön öyküde başkarakter olarak seçtiği ve çeşitli özelliklerle donattığı Yusuf Aksu’yu okura tanıtır. Yusuf Aksu, ansiklopedilere düşkün, belleği son derece kuvvetli, kendine kurduğu dünyanın sınırlarını belirgin bir biçimde çizen ve bu sınırların içinde çevresine giderek yabancılaşan bir karakter. Okur, çocukluk çağından başlayarak ölümüne kadar onun hayatını izler.
Jean Jacques Rousseau’nun, Yalnız
Gezenin Düşleri isimli kitabında irdelediği kavramlar arasında “yalan” da
vardır. Rousseau kitabında yalan kavramına dair okuduğu bir tanımdan bahseder.
O tanıma göre yalan, dışavurulması gereken bir gerçeğin saklanmasıdır. Tahsin
Yücel romanında Yusuf Aksu’ya Rousseau’nun bu eserini sık sık okutur ve onun
yalanla ilgili bazı görüşlerini Yusuf Aksu’nun ağzından okura aktarır. Burada
Yusuf Aksu’nun kendisine ait olmayan dil kuramını kendisininmiş gibi
göstermesinin yalan olup olmadığının sorgulanması istenir okurdan. Daha doğrusu
gerçeği saklamasının yalan olup olmadığının… Yusuf Aksu zaman zaman yalan
söylediğine ikna olur, zaman zaman da çok sevdiği arkadaşı Yunus Aksu’nun
görüşlerini sürdürerek onu yaşattığına inanır. Dolayısıyla geçmişi hep bir
gölge gibi peşinde taşır. Nitekim bu gölgenin ağırlığı romanın sonunda Yusuf
Aksu’yu ezer.
Kimlik denilen etiket ikiye
ayrılır: İnsanın kendine biçtiği ve çevresinin insana biçtiği. Bu ikisi arasındaki
fark da çatışma ve ötekileşmeyi doğurur. Yusuf Aksu biraz da çevresinin
kendisine yüklediği kimliğin altında ezilir. Çünkü o kendisini hiçbir zaman bir
dilbilimci olarak görmez. Ansiklopedilerden alıp belleğinde sakladığı bazı
bilgileri zaman zaman tekrar etmesiyle çevresi tarafından “hoca” olarak
tanımlanmaya başlar. Öyle ki, bilmediklerine “bilmiyorum” dediği zaman bile bu durum onun bilgisizliği olarak değil bildiği halde bilmiyorum demesi olarak yorumlanır ve çevresindeki insanlar bu kez de “mütevazı bilim insanı” kimliğini onun üzerine geçirir. Çevresi dil
kuramı geliştirdiğine o kadar koşullanmıştır ki Yusuf Aksu'nun “Evrensel Dilbilim”
isminde bir kitap üzerinde çalıştığına emindir. Romanın bazı bölümlerinde Yusuf
Aksu’nun çevresindeki insanların aksayan yönleri de iğnelenir. Yusuf Aksu
dışındaki karakterler toplumdaki belli bir kesmi temsil eden prototiplerdir.
Romanın önemli yanlarından birisi
Yusuf Aksu’nun ansiklopedilere olan bakış açısıdır. Yusuf Aksu dünya üzerinde
çok fazla bilgi olduğunu, bu çok fazla bilginin de ansiklopedilerde ayıklanmış
olarak var olduğunu savunur. Bu nedenle didaktik kitaplar okumaz. Çünkü ona
göre ömür buna yetmeyecektir. Roman da okumaz. Çünkü ona göre romanlar insana
bir şey öğretmez. Bu nedenle Yusuf Aksu hayatı ve bilgiyi tamamen ansiklopedilerden
öğrenmeye karar verir. Burada annesinin de etkisini yadsımamak gerekir. Fakat
romanın ilerleyen bölümlerinde insan ilişkilerinde ve hayatın manevi
alanlarında yaşadığı sıkıntıları ansiklopedilerdeki bilgilerle çözemez ve
aradığını Dostoyevski’de bulur. Budala, ansiklopedileri mağlubiyete uğratır.
Romanın bu bölümünde romanın işlevlerine dair bir roman teorisinde
bulunabilecek derinlikte tespitler yapılır.
Tahsin Yücel’in dil konusundaki
hassasiyeti bu romanında da belirgindir. “Tansık” ve “dizelge” gibi pek çok kelime
kullanımı göze çarpar. Bunun yanında dilin doğru kullanımı da böylesi hacimlli
bir kitabın okunurluğunu okur açısından kolaylaştırır.