Burgazada'da Bir Ayrıksı: Son Kuşlar

Ada, çoğu yazarın eserinde olduğu gibi, Sait Faik’in öykülerinde de sıkça kullanılan simgesel bir mekândır. Adanın çeşitli özellikleri, yazarlara çeşitli anlatım olanakları sağlar. Adanın özellikleri ve buna bağlı olarak ortaya çıkan anlatım olanakları yapıtın türüne göre farklı şekillerde ele alınır. Bilincin kaçış mekânı olarak algıladığı adaların modern edebiyat öncesinde en çok ütopya ve "robinsonad" olarak adlandırılan macera anlatılarına mekân olarak seçildiği görülür. Modern edebiyatta ise ada, insan bilincine yansıdığı gibi bir kaçış mekânı olarak belirir.


Sait Faik’in, diğer öykü kitaplarında olduğu gibi Varlık Yayınevi tarafından 1952’de yayınlanan Son Kuşlar isimli öykü kitabında da adalara ve adalılara karşı bir hassasiyet geliştirdiği görülür. Diğer öykü kitaplarında da hep var olan ve derinden derine ilerleyen bu hassasiyet Son Kuşlar’da, toplam on dokuz öyküden on dördünde mekânın ada olması bakımından zirveye çıkar.

 Ada, sonsuzluk algısı yaratan denizin kuşattığı, sınırlı bir mekândır. Bir başka deyişle ada, sonsuzluğun ortasında, sonsuzlukla çevrelenmiş sınırlı bir mekândır. Adanın temel gereği ve gerçeği olan dış dünyadan ayrılmışlık ve dış dünyadan ayrılmışlığın yarattığı içeri-dışarı karşıtlığı insan bilincinde adanın bir kaçış mekânı olarak belirmesine yol açar. Günlük yaşam anakarada seyreder ve günlük yaşamın getirdiği içsel huzursuzluk ve kargaşadan bunalan insan adaya sığınır.

 Denizin ada ve anakara arasına set çekmesi bireyin bilincine de yansır. Adayı anakaradan bağımsız kılan denizin, günlük yaşamın getirdiği huzursuzluk ve kargaşa karşısında bireyi de yaşamdan bağımsız kılması beklenir. Bu noktada birey, aradığı mutluluğu ve huzuru bulmak, bir bakıma monoton yaşam ritmi karşısında bağımsızlığını sağlamak için günlük yaşamın sirayet etmediği bir mekân olan adayı seçer.

 Dış dünyadan, anakaradan kaçan birey adayı olumlar. Dış dünyada özlemini çektiği duyguları burada yaşayan birey, adadan ayrılmak ve dış dünyaya dönmek istemez. Ancak duruma tersi yönden bakıldığında dış dünyada mutlu olan birey için adanın sınırlanmışlığı ve dış dünyadan ayrılmışlığı olumsuz bir noktadır. Çünkü söz konusu sınırlanmışlık ve ayrılmışlık adada tabiatın kurallarını hâkim kılar. Adada yaşayan birey adanın sunduğu imkânlarla yetinmek zorundadır. Böyle bir durumdaki birey için ada kapalı mekân özelliği gösterir ve birey açık mekâna, dışarıya, anakaraya dönmenin hayalini kurar.

Modern edebiyatta, anakaradan ayrılmışlığının dışında, adalar bilinmezlik ve el değmemişlik gibi özelliklerini yitirir. Dünya üzerinde keşfedilemeyen yerin kalmaması ve insanın ırkının gelişen medeniyeti adalara ulaşmayı, adalarda yaşamayı ve adalardan ayrılmayı kolaylaştırır. Dolayısıyla modern edebiyatta adalar, eski çağ edebi ürünlerinin aksine genel olarak varmanın ve ayrılmanın kahramanın elinde olduğu, şartlarının bilindiği mekânlardır.

 Adanın sınırlanmışlığı modern edebiyatın da en çok kullandığı özelliktir. Sınırlanmış bir şey, sonsuz veya geniş olan bir şeye göre daha bilinirdir. Dolayısıyla sınırlanmış bir adada karşılaşılabilecek her duruma ve detaylara hâkim olmak diğer mekânlara oranla daha kolaydır.

 Sait Faik, hayatının ilk dönemini Adapazarı’nda geçirmiş, daha sonra İstanbul, Bursa ve Grenoble gibi çeşitli şehirlerde yaşamış bir yazardır. Bunun yanında Sait Faik, 1947’de siroz hastalığına yakalanmasının ardından sağlığına kavuşmak amacıyla perhiz yapmanın yanı sıra İstanbul’un yıpratıcı hayatından kurtulmak için hayatını Burgazada’da geçirmeye karar verir.  Mekânın on dokuz öykünün on dördünde mekânın ada olduğu Son Kuşlar’ın 1952’de yayınlandığı göz önüne alınırsa söz konusu öykülerin arka plânında 1947’den 1952’ye kadar uzanan bu dönemin yattığı söylenebilir.

Sait Faik’in Burgazada’ya taşındığı dönemde siroz hastalığına yakalanmış olması şüphesiz ki onun ada ve adalı algısını etkiler. Bu algı biçiminin de öykülere yansıması olağandır. Son Kuşlar’daki anlatıcılar aslında Sait Faik’in kendisidir. Öykü hayatı boyunca insana ve adaya karşı bir hassasiyeti bulunan Sait Faik’te bu hassasiyetin Son Kuşlar’da doruk noktasına ulaştığı daha önce söylenmişti. Son Kuşlar’da yer alan öykülerde dikkati çeken, karakterlerin iç dünyalarının ayrıntılı olarak verilmesi ve hayatın çarpık yanlarına bir başkaldırış tavrının bulunmasıdır. Bu tavır, kitaba adını veren Son Kuşlar ile Haritada Bir Nokta, Pay, Türk Ülkesi ve Ağıt gibi öykülerde belirgindir.

 Sait Faik’te adayı melez bir kaçış mekânı yapan iki boyut vardır: İnsan ve konum. Öykülerde adalı insanların genellikle sıradan insanlardan ve fakir balıkçılardan seçildiği düşünüldüğünde melez bir kaçış mekânı olan adanın taşra yüzünü insan oluşturur. Melez mekânın merkez boyutu ise adanın merkez mekâna, İstanbul’a olan yakınlığıdır. Nitekim merkeze uzak olan bir ada, melez bir mekânın merkez boyutunu Burgazada’nın üstlendiği şekilde yüklenemez.

 Son Kuşlar’da yer alan adalardan en belirgini ve en çok kullanılanı Burgazada’dır. Burgazada öykülerde ne ütopik mekân olarak ne de robinsonad mekânı olarak kullanılmıştır. Burada Burgazada çoğunlukla bir kaçış mekânıdır. Sait Faik, Haritada Bir Nokta isimli öyküde Robinson Crusoe’yu okuduğunun ipucunu verir ve anlatıcı aracılığıyla adalara olan ilgisinin edebiyat eserleri dolayısıyla olmadığını söyler. Son Kuşlar’da yer alan öykülerin hemen tamamında görülen anlatıcının kendi içine sığınması, toplumun içine girmeyip onu bir dış göz olarak izlemesi, geçmişini gözden geçirmesi ve geleceğini yeniden kurgulaması gibi psikolojik süreçler Burgazada’nın bir kaçış mekânı olarak değerlendirilmesini doğrular.

Son Kuşlar’da yer alan öykülerde ada, çoğunlukla olumlanan bir mekândır. Bu olumlamayı zedeleyen iki olgu, balıkçılar arasındaki pay haksızlıkları ve adanın doğal ve mimari dokusunun tahribatıdır. Her iki durumda da adanın olumlanmasını zedeleyen kaynak insanın kendisidir. Buna karşılık bu öykülerde insan her zaman “kötü insan” olarak karşımıza çıkmaz. Adalı bireylerin tek tek ele alındığı öykülerde insan, sevilen, hayranlık duyulan ve özlenen insandır.

 Sonuç olarak, Son Kuşlar’da ada kavramı çok boyutlu bir algının yansıması olarak görülür. Adaya; yozlaşma, adaletsizlik, insan sevgisi, doğa ve yabancılaşma gibi çeşitli açılardan yaklaşılır. Çevresine yabancılaşan birey çoğu zaman merkez mekân olan anakaradan kaçarak adaya gelir. Burada kötülüklerden, günlük yaşamın dağdağasından uzak bir yaşam sürmek isteyen birey burada da kötülükleri karşısında bulur. Bu kötülükler, genellikle yozlaşma ve pay adaletsizliğidir. Bu kötülüklerin üstesinden gelemeyen birey kaçış mekânında köşe mekânlar oluşturur.

 Eserdeki öykülerde derin bir çevre hassasiyeti de görülür. Son Kuşlar’da doğanın, Barba Antimos’ta mimari yapının ve Türk Ülkesi’nde kültürel yozlaşmanın eleştirisi yapılır. Son Kuşlar’da doğaya bir şey katmayan insan onu yok ederken, Türk Ülkesi’nde kültürü yozlaştıran insanlara yabancılaşılırken yerli ve samimi insanların övgüsü yapılır. Barba Antimos ise insanın orijinal yapılarla donatarak var kıldığı hem de çirkin villalarla yozlaştırdığı bir ada mimarisi çizilir. Yozlaşmanın dışarıdan gelen insanlar tarafından gerçekleştirilmesi, adanın kendiyle sınırlanmışlık ve dış etkilere kapalılık özelliğinin bozulduğunu gösterir.

Kimi öykülerde ise ada, verimsiz toprakların, denizin ve fakir insanların yer aldığı mekândır. Adanın üzerindeki insanları besleyememesi, bireyleri yeni yaşam alanları aramaya yöneltir. Sonuçta yeni yaşam alanı arayışı sonuçsuz kalır ve birey bir döngü sonucunda öz vatanına, adasına geri döner.

Adanın yaratıcı düşünce ile sıradan insan tarafından algılanışındaki farklılıklar da öykülerde izlenir. Yaratıcı düşgücü tarafından şairanelik ve hayranlık hissi uyandıran ada, sıradan insanları temsil eden balıkçılar tarafından aynı şekilde algılanmaz. Sıradan insan somut gerçekten ayrılamaz.