Uç, Tuba Kumaş’ın İthaki Yayınları’ndan Mart 2021’de yayınlanan ikinci öykü kitabı. Uç’ta on beş tane öykü yer alıyor. Tuba Kumaş, ilk kitabında, Dünyanın Sonu Geldiğinde’de, olduğu gibi Uç’ta da gerçeği yeniden biçimlendirmeyi tercih ediyor. Daha doğru bir ifadeyle gerçeği bozuyor.
Tuba Kumaş, yazın tarzı olarak kısa ve gerçeküstü öyküler yazmayı seçen bir yazar. Öyküleri “spekülatif kurgu” başlığı altında toplanabilir. Spekülatif kelime anlamı olarak gerçeği bozmak veya yeniden kurmak anlamlarında. Bu durum kurguya uygulandığında da aslında birçok tür spekülatif kurgu şemsiyesi altına dahil edilebilir: fantastik, bilim-kurgu, korku, büyülü gerçekçi, sürrealist… Tuba Kumaş’ın öykülerine bakıldığında da bu şemsiyenin altındaki kavramlardan çoğunu barındırdığı görülür.
Uç’un konu evreni de hayli geniş. Kitapta yer alan on beş öykünün her biri farklı ve güçlü mesajlar içeriyor. Yeniden yorumlanan aile kurumu, özgürleşmeyi arayan kadın, sadece varolamkla meşgul birey, toplumun tabuları altında ezilenler, başkası tarafından çizilen sınırların içine hapsedilenler, düş, gerçek, babalar ve oğullar, anneler ve kızlar, ötelenmiş çocuklar ve daha pek çoğu. Böylesine ciddi konuların gerçeküstü bir biçimde ele alınıyor olması okuru rahatlatıyor. Okur her sayfayı devamını okumak isteğiyle çevirirken bir yandan da kendisine verilen mesajların ağırlığını hissedebiliyor.
Dünyanın Sonu Geldiğinde’de karakter kadrosu tamamen dışlanmış,
gerçeküstü ve yalnız çocuklardan oluşurken Uç’ta karakter yelpazesi biraz daha
genişliyor. Elbette yine tuhaf ve gerçeküstü karakterler var. Ek olarak bu kez
artık yetişkinler, balıklar ve ağaçlar da karakterler arasında yer alıyor. Yine
bu karakterler de gerçeküstü karakterler. Damağında olta iğnesiyle yaşayan bir
kız, içinde gül ağacı yetişen ve sonunda parçalara ayrılan bir insan, bedeni
olmayan bir ses, kalbi duran ve bunu etrafına belli etmemeye çalışan bir anne…
Her ne kadar gerçeküstü ve tuhaf karakterler olsa da görünüşte, aslında her
biri okur ve her birinde okurdan bir parça var.
Uç’taki öyküler daha uzun ve düzyazı şeklinde. Dünyanın Sonu Geldiğinde kitabındaki öyküler ise şiir de denilebilecek minimal öykülerdi ve birkaç cümleyi aşmıyordu. Bu kez yazar öykü sürelerini uzatmış. İlk kitabında yer alan illüstrasyonlar da Uç’ta yer almıyor. Bu aslında bir okur için avantaj. İllüstrasyonların öykülerden çıkarılmasıyla okur aslında kendi illüstrasyonlarını zihninde çizme şansını yakalıyor.
Uç’un dili yalın ve özenli. Kısa cümleler okuru yormuyor. Fakat gerçeküstü ve sürrealist de denilebilecek imgesel bir anlatım söz konusu. Bu nedenle okurken akıcı olsa da öyküleri anlamlandırma ve imgeleri çözme aşamasına geçtiğinde okur daha fazla zaman ayırmak zorunda kalıyor. Hacimsel olarak çok uzun olmayan bu kısa öyküler, gerçekte okurun bir çırpıda tüketebileceği öyküler değil asla. Öyle ki, iki öykü arasında verilen anlamlandırma ve çözümleme arası kitabın bir öykü kitabından daha uzun sürede bitirilebilmesini sağlıyor. Bir başka deyişle Tuba Kumaş, öyküleri birkaç dakikada okuyup anlamlandırmanıza ve kitabı bir kenara bırakmanıza izin vermiyor. Kitaptan okunulan bir öykü okurun zihnini günlerce meşgul edebiliyorken karakterler de uzun bir süre okurun yakasını bırakmıyor. Buna rağmen hâlâ aydınlanmamış noktalar kalabiliyor.
Özetle Uç, düşle gerçeği birbiri içinde eriten ve bunu
yaparken de dilin imkânlarını zorlamayan, imgelerle dolu ve dönüp dolaşıp
yeniden okunması ve her okuyuşta da yeniden anlamlandırılması gereken öyküler
barındırıyor.